Kayıp hayatın doğal bir parçasıdır.
Birçok insan terk edilme korkusuyla büyür. Bazıları, yaşamları boyunca, arkadaşları, eşleri, sevgilileri, aileleri veya tüm sosyal çevreler tarafından reddedileceklerinden sürekli olarak endişe ederler. Bazıları için ise, bu korkular romantik bir ilişkiye girene kadar tam olarak gerçekleşmez. İşler sorunsuz bir şekilde ilerlerken birdenbire kendilerini güvensiz hissederler ve partnerlerinin kendilerini uzaklaştıracağından, görmezden geleceğinden veya onları terk edeceğinden korkarlar. Herkes bu korkuyu farklı seviyelerde yaşar.
Kimse ayrılmak için bir ilişkiye başlamaz ancak kabul edelim ki sevgiyi hissettiğimiz her kişiden ayrılma olasılığımız mutlaka vardır. Bazılarımız bu ayrılık düşüncesinin üstesinden gelebiliyorken, bazılarımız ayrılık düşüncesinin verdiği korku duygusuyla ilişkilerine sıkı sıkı tutunmaya çalışırlar, her ne pahasına olursa olsun çatışmadan kaçınarak ilişkilerinin hep sorunsuz devam etmesini sağlarlar. İlişkilerinde kendi benliklerini, terk edilme korkusu yüzünden yansıtmadıklarından dolayı ne yazık ki, aralarındaki aşk ölür.
Terk edilme korkusu nereden geliyor?
Terk edilme korkusu, insanların değer verdikleri birini kaybetme fikriyle karşı karşıya kaldıklarında yaşadıkları bir endişe türüdür ve utanç ve endişe gibi duygularla derinden bağlantılıdır.
Çocukken insanlar, kendilerini güvensiz ve dünyaya karşı güvensiz hissetmelerine neden olan gerçek kayıplar, reddedilmeler veya travmalar yaşayabilirler. Bu kayıplar ve travmalar, sevilen birinin ölümü, ihmal veya duygusal ve fiziksel istismar gibi durumlar olabilir. Bununla birlikte, ebeveynler ve çocuklar arasındaki nasıl bir ilişki kurduğu ve güvenli bir bağlanmaya karşı güvensiz bir bağlanma yaşayıp yaşamadıklarını anlamakta terk edilme korkusunun tam olarak nerden geldiğini anlamak için çok önemlidir.
Ebeveyniler sürekli olarak erişilebilir olduğunda ve bir çocuğun ihtiyaçlarına göre kendilerini ayarlandığında, güvenli bağlar oluşur. Ancak bu erken ilişkilerdeki kopukluklar çocukların güvensiz bağlanmalar oluşturmasına neden olabilir. Bebeklik döneminden itibaren insanlar ihtiyaçlarını ebeveynleri tarafından öğrenirler. Bir anda yanında bulunabilen ve çocuğun ihtiyaçlarını karşılayan, sonra başka bir anda tamamen ulaşılmaz ve reddedici olabilen ya da diğer yandan müdahaleci ve “duygusal olarak kopuk” olan bir ebeveynin çocuğu , kararsız/kaygılı bir bağlanma örüntüsü oluşturmuş olabilir. Bu tür bağlanma yaşayan çocuklar, kendilerini güvensiz hissetme eğilimindedir ve tüm ilişkilerinde terk edilme korkusu yaşayabilirler.
Terk edilme korkusu duygularınızı ve davranışlarınızı nasıl yönettiğiniz ile ortaya çıkar:
Terk edilme korkusunun duygusal belirtileri;
- Yalnız kalma düşüncesi ile panik ve endişe ile yaşamak,
- Eleştiriye veya reddedilmeye tahammül edememe,
- İlişkide bir şeyler ters gittiğinde, sürekli olarak kendini suçlama,
- İlişki “çok iyi” gidiyor gibi göründüğü anlarda bozulacak endişesi yaşama,
- Güvensizlik,
Terk edilme korkusunun davranışsal belirtileri;
- İlişkide sorun yaşandığında, sürekli yemek yeme isteği ve madde kullanımı,
- Eleştirildiğini hissettiğinde, fiziksel veya duygusal olarak uzaklaşma eğilimi,
- Sevdiğiniz kişinin ihtiyaçlarını, kendi ihtiyaçlarınızdan daha önemli görme,
- Duygusal olarak sizi üzen ilişkiler içinde olma,
- Çok çabuk yeni bir ilişki içinde olma.
Bazen önemli bir ilişkide şüphe veya endişe duymanız doğaldır. Ancak geçici güvensizlikten farklı olarak, terk edilme korkusu, siz ele almadıkça kaybolmayan bir tepki ve davranış modeli olma eğilimindedir.
Terk edilme korkusunu nasıl yenebiliriz?
İnsanlar olarak geçmişimizin çaresiz kurbanları değiliz ama daha iyi bir gelecek yaratmak için geçmişimizle yüzleşmemiz gerekiyor. Bir kişinin güvenli bağlanma geliştirmesinin en etkili yollarından biri, hikayesini anlamlandırmaktır. İnsanlar geçmişlerini anlamlandırdıklarında, korkularının nereden geldiğini ve nereye ait olduğunu belirleyebilirler , daha rasyonel ve mevcut yaşamlarının gerçekliğine uygun eylemlerde bulunabilirler. Korku ve güvensizlikle tepki vermek ve çok korktukları mesafeyi yaratmak yerine, ilişkilerini geliştirebilir ve güçlendirebilirler.
Her birimizin yalnız bırakılma korkusu vardır. Çoğumuz sevilmeyen biri olduğumuz veya olduğumuz gibi kabul edilmeyeceğimiz gibi bazı temel duygularla mücadele ederiz. Hepimizin “eleştirel bir iç sesi” (bizi kronik olarak eleştiren veya bize kötü tavsiyeler veren olumsuz bir iç diyalog) var. Bu ‘ses’ çoğu zaman terk edilme korkumuzu devam ettirir: “Seni terk edecek” diye uyarır. “Muhtemelen aldatıyor” diye ağlar. Bu korkularımızın arttığını fark ettiğimizde kendimizi sakinleştirecek stratejilere sahip olmak yardımcı olacaktır.
Kendine şefkat: Bu, insanların kendilerine karşı yargılayıcı değil, nazik olmaları gerektiği fikrini ifade eder. Bu teoride basit gibi görünse de pratikte çok daha zordur. İnsanlar kendilerine ve mücadelelerine karşı ne kadar sıcak ve kabul edici bir tutuma sahip olurlarsa, zor koşullar karşısında kendilerini o kadar güçlü hissedeceklerdir. Bir başkası tarafından incinmiş veya terk edilmiş hissetsek bile, hepimiz kendimize karşı çok daha iyi bir arkadaş olabiliriz.
Farkındalık: Terk edilmek gibi bir duygudan korkuttuğumuz zaman , bu korkuyu sürdürmek için kendimize yönelik pek çok kötü düşünceye sahip olma eğiliminde oluruz. Bu düşünce ve duyguları, sizi ele geçirmelerine izin vermeden, düşüncelerinizin ne kadarı gerçekçi, ne kadarı sizin korkunuzdan dolayı olduğunun farkına varmak o korku ile yaşamanızı engelleyecektir.
Terk edilme korkusu çok gerçek ve çok acı verici gelebilir, bu duyguların izlerini köklerine kadar takip edebilirlerseniz, bu duygunun şimdiki zamanda gerçekçi olmadığını daha net ayırabilirsiniz.